Türkiye’de Çağdaşlaşma

İlk olarak 1964’te İngilizce olarak yayımlanan Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı Cumhuriyet’in 50. Yılında Türkçe’ye çevrilmiştir. Kitapta 18 yüzyılın başından Cumhuriyet dönemine kadar yaşanan çağdaşlaşma süreci anlatıyor. Niyazi Berkes önsözde kitabın amacını şöyle tanımlıyor; “ Bu yapıtın başta gelen amacı, sözü edilen yüzyıllar içinde geçen iç ve dış olayların nasıl zorunlu olarak bir ulus birimine dayalı Cumhuriyet rejiminin gelmesi doğrultusunda aktığını göstermektir.”

Niyazi Berkes bu kitabında 1700’lü yıllardan itibaren askerlik, hukuk, dil, eğitim, ekonomi ve siyaset alanında çağdaşlama için atılan adımları anlatıyor. Yaşanan sürecin tepeden inme değil, yüzyıllar boyunca gösterilen çabalar ile inşa edilmiş bir rejim olduğunu okuyucularına gösteriyor.

Kitap içerisinde Osmanlı’dan itibaren başlayan çağdaşlaşma girişimlerinin sürekli din adına uydurulan sebepler ile engellendiğini gösteriyor. Peki bu çağdaşlama  adımlara gerçekten de dine aykırı mıydı? Niyazi Berkes “ Osmanlı rejiminin en önemli yanı dinsellikten çok gelenekselliktir” diyor ve kitap boyunca Osmanlı’nın atılan çağdaşlaşma adımlarına dini gerekçe göstererek gösterdiği direncin aslında dinden çok geleneklere bağlılıktan kaynaklandığını örnekler ile gösteriyor.  Bu geleneklere bağlılığın sonucu çoğu zaman cehalet ve başarısızlık ile ödenmiştir. Örneğin askeri yöntemlerde eskiden başarılı olmuş yöntemlere bağlılık, daha sonra Avrupa ülkeleri tarafından geliştirilen askeri yöntemlerin takip edilmemesine neden olduğu için savaşlarda ağır yenilgiler yaşanmasına neden olmuştur. Bilimsel gelişmelerin takip edilmemesi ise dışa bağımlılık ile sonuçlanmıştır. Bu cehalet Osmanlı’nın sonunun gelmesinde en büyük etken olarak belirtilmektedir.

Türkiye’de Çağdaşlaşma üzerinden 50 yıldan fazla geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyan bir kitap çünkü Türkiye’nin çağdaşlaşma süreci hala tamamlanmış değil ve çağdaşlaşmanın önündeki engeller de hala benzer. Kitabı okurken güncel olaylar ile de bağlantı kurabiliyorsunuz. Örneğin Namık Kemal’in Abdülazizi’e yazdığı bir mektuptaki görüşleri şöyledir ; “İlerlemenin baş koşulu özgürlüktür. Devletin çöküşünün ve Avrupa devletlerinin karışmalarının nedeni olan kötü yöntemin asıl nedeni özgürlük yokluğudur. Özgürlük olmayan bir ortamda reformlar yapılamaz. Asıl gerekli olan, sürekliliği garanti edilecek bir özgürlük rejiminin kurulmasıdır. Bu padişahın bağımsızlığını kaldırmak demek olmadığı gibi, halkı dinlerinden ve geleneklerinden yoksunlaştırmak demek de değildir. Özgürlükçü bir yönetimin kurulması, içteki hastalıkları tedavi edecek. Avrupa devleti ile ilişkileri normalleştirecek, Müslümanlar için de hayırlı olacaktır. Çünkü adalet her yerde birdir, evrenseldir. Dinin alanı sadece maneviyat alanıdır. İnsanı sadece ahirete hazırlar. Bir ülkenin kanunlarını belirleyen din değildir. Din, ebedi gerçeklerin ifadesi olmaktan çıkarılarak dünya işlerine karıştırılırsa hem kendini, hem halkını yıkan bir güç durumuna getirilmiş olur. Anayasalı devlet rejimi de evrensel gerçekliği olan bir rejimdir. Her ülke için tek meşru devlet şekli budur. Bundan ötürü Müslüman ya da Hıristiyan siyaseti ve devleti diye birşey yoktur. Nerede olursa olsun tek bir adalet ilkesi vardır. “ Bugün bile bu fikirler hala geçerliliğini sürdürmektedir, hala bu konularda gelişmeye ihtiyacımız bulunmaktadır.

Çağdaşlaşma sürecinde Mustafa Kemal’in oynadığı rol de kitap içerisinde çok güzel anlatılmış. Mustafa Kemal’den önce denenmiş fakat başarısız olmuş çağdaşlaşma girişimlerinde onun başarılı olmasının sebebi neydi? Mustafa Kemal’in bir padişah gibi yetkileri olmamasına rağmen halkı ve çevresindekileri ikna kabiliyeti ve vizyonu onun başarı olmasının en önemli etkenlerinden olarak anlatılıyor. Niyazi Berkes bu durumu şöyle açıklıyor: “Bu değişmelere devrimsel nitelik vermede rolü olan başka bir etken daha bu noktada kendini gösterir. Bu, Atatürk’ün oynadığı önderlik rolüdür. Bu önderliğin baş özelliği, tarihsel olayların zorladığı sonuçların hangilerinin daha ötelere götürülebilecek yol olduğunu seçebilmesi ve toplumu o yol yönünde arkasından sürükleyebilecek büyüleyici gücü, başarıları görülen eylemleriyle kazanabilmiş olmasıdır.” Atatürk’ün kendinden sonraki nesillere bıraktığı mirası da şöyle tanımlıyor: “Atatürk açtığı çağın getireceği sayısız siyasal, ekonomik, toplumsal sorunları çözmüş olmak iddiasına kalkışmamıştır. O, geleceğin kuşaklarına çağdaş, dünya çerçevesi içinde, geleceğin bütün özgürlük kapılarını açan bir miras bırakıp gitmiştir.”

Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı bir toplumun gelişebilmesi için geleneklerinden kurtulabilmesi ve kendini değiştirebilmesi gerektiğini yüzyıllar boyunca yaşanan olaylar ile açıklayan, olaylar arasındaki bağlantıları ortaya seren güzel bir kitap. Bence yazar kitabın ön sözünde belirttiği amacına ulaşmış. Serdar Kuzuloğlu’nun videosunda karşıma çıkıp okuma listeme eklediğim bu kitap, kütüphanemde dönüp dönüp okuyacağım kitapların arasında yerini aldı. Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabını, tarih ile ilgisi olan ya da çağdaşlaşma süreci ile merakı olan herkese tavsiye ediyorum.

Yorum bırakın